Her şeyin belirsiz
olduğu bir dünyada seslere sığınmak bazen tek gerçeğimizdir belki de...
Babamın Sesi; bizi seslerin başlatıp
sürdürdüğü bir yolculuğa çıkarıyor. Sesler ve sözcükler elinizde kalan tek
şeyse, onları tekrar tekrar dinlemek ve onların ürettiği gerçeklikte yaşamaktan
başka çare yoktur.
O zaman tek tek her sözcüğün,
hecenin önemi büyüktür. Anılar yeniden yeniden gözden geçirilir. Sandıklar alt
üst edilir. Bulunan gazete parçaları, sütunlar, manşetler; hep geçmişi anlatır.
Saatler belli bir anda donmuştur.
Ve bu sonsuz bekleyişte, Yılmaz
Güney'in Umut'u göz kırpar. Durağanlığa, geçmişe saplanıp kalmaya küçük de olsa
ışık verir.
Göndermeler, metaforlar, tekrarlanan
motifler; aynı noktaya parmak basar: Anadilde eğitim, kuşkusuz en temel insan
hakkıdır. Yok edilen hayatlar, her birimizin yaşamında kocaman soru işaretleri
bırakır.
Ve Memo'nun okuldaki sahnesi;
Babamın Sesi'ni İki Dil Bir Bavul'a bağlar. Memo; o okuldaki Türkçe bilmeyen
öğrencilerden biridir. Bütün sevdiklerini okula taşıyıp, orada yaşadığı
yabancılık duygusunu yenmek ister. Ama işte Elbistan'da, annesinin yanında hȃlȃ aynı sorunla baş başadır. Yıllar sonra
babasına olan kırgınlığıyla yüzleşir ve aslında babasını hiç tanımamış olduğunu
itiraf eder.
Hasan'sa var olup olmadığı belirsiz
bir hayale dönüşmüştür.
Annesi; o geçmişle olan bağlarını
koparmamıştır, koparmayacaktır da... Ama Memo; hesaplaşmasını tamamlayıp kendi
dinginliğine kavuşur. En azından geçmişiyle barışık duruma gelir.
Geleceğin ne getireceği ise, hiçbir
zaman belli değildir.
Saliha
Yadigȃr
(Leylek Cafe blogu için yazıyı hazırlayan Saliha YADİGAR'a teşekkür ederiz.)